İstanbul Reklam, temsilcilik almaktan çok, şubeleşme yolunu seçer. Süheyl Gürbaşkan’ın deyişi ile “Avrupa’da şube açan ilk reklam şirketi” İstanbul Reklam olur. Bir süre birlikte çalıştıkları gazeteci Vural Kakmacı, Tercüman Gazetesi için Brüksel’e giderken, orada ajansı da temsil etmesi için kendisiyle işbirliği yaparlar.
Yine Gürbaşkan, Türkiye’ye döviz girdisi sağlayan ilk reklam ajansı olduklarını da belirtir ve hikayesini şöyle anlatır:“Öncülüğünü yaptığımız çeşitli konuların yanı sıra, öyle sanıyorum, reklam yoluyla yurda döviz kazandıran da yine ilk biz olduk. Yıllar öncesinden başlayarak üstelik… Alman İrtibat Bürosu’nun Türkiye’den işçi almaya önem verdiği dönemde, Türk işçilerin Almanya’ya gitmeden önce ve gittikten sonra karşılaşacakları sorunları çözümleyen, kendilerini bekleyen konularda aydınlatıcı bilgiler veren filmler ve basın ilanları hazırladık. Bu, Türkiye’den işçi isteklerinin azalışına dek sürdü.
Alman İrtibat Bürosu’nun başında, Kurt Frieske adında, gerçek Türk dostu bir yönetici vardı. Yanılmıyorsam on yıla yakın Türkiye’de görev yaptı. Bizim işçi göndermemiz yavaşlayınca, bir süre de Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Kuzey Afrika ülkelerini içine alan bölgede işçi potansiyelini araştıran servisin müdürlüğünde bulundu.
1975 yılında, bir gün bir davetiye aldım. Alman İrtibat Bürosu kapanıyor ve bu nedenle Bay Frieske bir veda kokteyli veriyordu. İlginçtir ve bir Avrupalılık örneğidir. Bizde bu gibi toplantılar bir yerin açılışı nedeniyle yapılır genellikle. Oysa bir büro kapanıyor ve bu, kutlanıyordu.
“Türkiye’den vefakârlığın anlamını öğrenerek ayrılıyorum”
Toplantıya büyük bir heyecanla katıldım. Alman diplomatlarının da bulunduğu kokteylde Bay Frieske yaptığı veda konuşmasında bizden söz ederken: “Türkiye’den vefakârlığın anlamını öğrenerek ayrılıyorum. Yıllardır kendilerini iş vermek amacıyla çağırdığım İstanbul Reklam, artık iş bitti, gidiyorum dediğim gün de aynı içtenlikle aramızda bulunuyor. Bundan güzel vefakârlık örneği olamaz.” dedi.
Bay Frieske ile reklam ajanslarından fiyat teklifleri aldığı günler tanışmıştım. Bizim fiyatlarımızı pahalı bulmuş, nedenini sormuştu. Öbür ajansların, örneğin on lira dedikleri belli başlı sinemalardaki yayınlar için biz, on beş lira istemiştik. “Neden pahalısınız?” diye sormuştu. Oysa, büyük sinemalarda düşük fiyat veren ajanslar, kıyı köşe sinemalar için de tarifeyi hayli yüksek tutmuşlardı. Biz ise, Alman İrtibat Bürosu’nun çağrısına asıl ilgiyi gösterecek olan çevre semtlerinin sinemaları için diğer tekliflerin hayli altında fiyatlar önermiştik.
Kendisine büyüklü küçüklü bütün fiyatları toplayıp sinema sayısına bölerse, bizim tarifemizin çok daha ucuz olduğunun görüleceğini söyledim. Hesap etti. Bizim ortalama fiyat yönünden gerçekten ucuz olduğumuzu görünce, biraz bunu kendiliğinden düşünememiş olmanın mahcubiyeti içinde, biraz da kanımca cevabımı akıllıca bulduğundan, “Pekiyi… Birlikte çalışacağız… Fiyatlarınızı kabul ediyorum.” demişti.
“Yok, yarın, yavaş”tan oluşan “üç Y” ülkesi
İstanbul’u sevmişti. Trafik keşmekeşi, yemeklerimiz, onun deyimi ile, yok, yarın, yavaş’tan oluşan “üç Y” ülkesi özelliğimiz, açıkgözlülüğümüz, kurallara uymamaktaki başarımız pek hoşuna giderdi. Kendi ismini kastederek, “Türkçedeki anlamıyla Kurtluğu ülkenizde öğrendim..” derdi. Kokteylden sonra, “Benim vefam, sadece böyle bir veda toplantısına katılmış olmakla bitmez. Kabul ederseniz, sizden bir ricam, dileğim var. Son gecenizi de benimle birlikte, misafirim olarak geçirir misinizi” dedim. Çok duygulandı. Birlikte önce tam Türk usulü bir yemek yedik, sonra da bir lokalde müzik dinledik. Sohbetimiz sabaha dek sürdü. Maçka Oteli’nde kalıyordu. Uyumak bir yana, oteline döndüğümüzde uçağa yetişebilmesi için ancak bavullarını alacak zamanı kalmıştı.
Türkiye’den ayrılacağı son dakikaya kadar birlikte olduk. Hâlen tam anlamıyla bir emekli yaşantısı süren bu dostu, Almanya’ya yolum her düştüğünde görmeden yapamam.”