“Harıl harıl okuyorum. Avrupa’dan her seferinde bavullar dolusu kitap, dergi, belge getiriyorum. Bıkmadan usanmadan okuyorum. Çünkü kanımca reklamcılıkta en önemli unsur kültür birikimi, kendini yenileme, literatürü izleme, düşgücüdür… Dünyada pek az meslek vardır ki, reklamcılık gibi, işin başında olanlara bağlı olsun. Reklamcılık bir yerde “one man show”dur. Corrida’daki matadordur…”
(Süheyl Gürbaşkan’la söyleşi; “Son Savaşı henüz vermedim”, Dünya Gazetesi, 13 Mayıs 1982)
19 Eylül 1931’de İstanbul’da dünyaya gelen reklam duayeni Süheyl Gürbaşkan; ilk, orta ve lise öğrenimini yaptığı Galatasaray Lisesi’ni, 1950’de, Pekiyi dereceyle bitirdi.
1954’de, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 1956’da, «Sorbonne» Paris Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde, yine pekiyi dereceyle, Hukuk Doktorası’nı verdi. Ayrıca, Paris Üniversitesi Kriminoloji ve Kriminalistik Enstitüsü’nden de, aynı başarıyla mezun oldu.
Yazdığı mektuplardan ve Rubikon adlı kitabında Vural Sözer’e verdiği röportajdan da anlaşılmaktadır ki “her şeyi en ince ayrıntısına kadar etraflıca düşünme”, “reklamcılıkta ve yönetimde etik” gibi konular, reklamcılık mesleğinde eğitim aldığı alanların birer yansıması olarak okunabilir.
“Harika Öğrenci”
Galatasaray Lisesi’ndeki eğitiminden sonra üniversite tercihine sadece Hukuk Fakültesi yazan Süheyl Gürbaşkan, lise bitirme derecelerine göre üniversite kayıtlarının yapıldığı bu dönemde İstanbul Hukuk Fakültesi’ne başlar:
“Galatasaray Lisesi’nin bitirme ve olgunluk sınavlarını pekiyi dereceyle vermiş; ve müracaatımı yalnız ve tek hukuk fakültesi diye yazmıştım. O derece hukukçu olma isteği vardı içimde. Gerçekten de dört yıl zarfında İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirmek başarısını gösterdim. O zamanlar sınıf geçmek yerine, ders geçmek sistemi vardı. Öğrencilerin çoğu altı-yedi yıl süreyle okur, dersleri geçerek fakülteyi bitirirlerdi. Tam dört yıllık sürede bitirenlere “hârika öğrenci” gözüyle bakılırdı. Fakülteyi bitirir bitirmez, hemen arkasından doktora yapmak olanaklarını aramaya koyuldum. Devletler Hukuku profesörü olan Fransız hocamız Charles Crozat da beni bu konuda destekliyor, tasarımı yerinde buluyordu.” (Rubikon)
Askerden önce Paris’de doktora
Süheyl Gürbaşkan’ın öğrenci olduğu yıllarda öğrencilerin doktora amacıyla yurt dışına çıkabilmeleri için askerliklerini yapmış olmaları gerekiyordu. Ancak O, zaman kaybetmek istemiyor, askere giderse hızının kesileceğine inanıyordu. Ve bir formül bulmayı başarmıştı. Rubikon’da bunu nasıl çözdüğünü şöyle anlatır:
“Üniversiteye devam ettiğim ilk yıllarda, çeşitli uğraşılarım arasında Galatasaray’da muavin muavinliği yaparak, orada kalmak, orada yemek gibi olanaklardan yararlanıyor, Son Saat ve Ekspres gazetelerinde de yazılar yazıyordum. Üniversitenin ikinci sınıfından sonra da İstanbul Radyosu’nda radyo muhabirliğine başladım. Naklen yayınlarda, röportajlarda, bayramlarda, törenlerde spikerlik yapıyor; ayrıca her hafta yarım saatlik, başlangıçta bir iki yıl cumartesi geceleri yayınlanan, sonraki yıllarda pazar sabahlarına alınan “Şehirde Bu Hafta” isimli bir program hazırlıyordum. Bu programları genellikle radyo evinin ses kayıt stüdyosunda banda alır hazırlardık. Canlı olmayan yayınlarda, herkes programını hazırlamak için bu stüdyodan yararlanırdı. Caz saatinden tut da, hukuk saatine kadar bütün yapımcılar orada çalışırlardı. O tarihlerde Celal Yardımcı hukuk sohbetleri yapardı. Çoğu kez mikrofonu o bırakır, biz “Şehirde Bu Hafta”nın çalışmalarına koyulurduk. Tanışmıştık.
Bir süre sonra Celal Yardımcı, Demokrat Parti iktidarının Millî Eğitim Bakanı oldu. Ben, koşulların elverişsizliğine rağmen, yurt dışına çıkma çareleri ararken, aklıma Celal Yardımcı geldi. Bir gün tek başıma kalktım, Ankara’ya gittim. Sabahleyin bakanlığa gelişini bekledim. Beni görünce tanıdı, kabul etti. Anlattım derdimi. “Askerlik araya girerse belki hevesim azalacak, başarı oranım düşecek. Bana bu şansı verin. Gerçekten doktora yapmaktan başka bir niyetim yok. Üniversiteye dönerek, bir akademik kariyere girmek arzusundayım..” dedim.
O zamanın Hazine Müdürü olan Bay Burhan Ulutan’a telefon etti. “Süheyl için bir formül bulun..” dedi. Oradan, Ulutan’a gittim. O da bir hayli yardımcı oldu ve bana pasaportuma işlenebilecek ve yurt dışına çıkmamı sağlayacak bir belge verdiler.
İnsanların, farkında olmadan, bilmeden, nedenine inancı tam belirlenmeden birbirlerine yaptıkları iyilikler, yıllar sonra onlara mutluluk kazandırıyor.
Gerçekten, Celal Yardımcı’yla bundan bir süre önce, Pera Palas’ta, malî müşavirimiz Necmi Yücel’in oğlu Halûk Yücel’in düğünü nedeniyle karşılaştığımda, tabii o beni tanıyamadı. Aradan yirmi yıldan fazla bir zaman geçmişti. Bir köşede, “Sizin, benim hayatımda, soy adınıza yaraşır, önemli bir yardımınız olmuştu. Sizin bulduğunuz bir formülle ancak ben bir amaca erişebildim.” dediğimde, bir hayli duygulandığını gördüm.
Reklamcılığa başladığımızdan üç-dört yıl sonra, Türkiye’de ilk tüpte gaz müessesesi olan Aygaz’la temas kurduğumuzda, Bay Burhan Ulutan, Aygaz’ın Genel Müdürü sıfatıyla bizi karşıladı. Kendisine bir ara, bu anımı anlatınca o da çok duygulandı. “Bunlar yapılmalı, yapılmalıdır, gayet tabiidir.” gibi sözlerle ve alçak gönüllülükle sevincimi paylaştı.”