“Bana Cağaloğlu’nda ufak, hesaplı bir yer buluver.”
Süheyl Gürbaşkan, Ankara’da yedek subaylık görevini henüz tamamlamamışken İstanbul Babıalide’ki arkadaşlarına mektup yazar ve kurmayı düşündüğü yeni işi için kendisine bir yer bulmalarını rica eder:
“Daha önceden tanıdığım Babıâli’deki arkadaşlara ve bu arada karikatürist Mustafa Uykusuz’a Ankara’dan mektup yazdım: “Bana Cağaloğlu’nda ufak, hesaplı bir yer buluver.” dedim. Araştırmış; Yavuz Apartmanının çatı katındaki ve daha önceleri Ulus Gazetesinin ardiyesi olarak kullanılan odayı bulmuş. Terhisime on beş gün kala İstanbul’a geldim. Yavuz Apartmanı, altı katlı, daracık bir merdivenle çıkılan, ilginç bir binaydı. Her katında ayrı bir dünya vardı. Cemil Sait Barlas’la Sabahattin Selek beylerin ortaklaşa çıkardıkları Pazar Postası; seramik işleri yapan artistik bir atelye; bir laboratuvar. Bâbil Kulesi gibi bir yer. En üst altıncı katında da ufacık bir oda. Ne kaloriferi var, ne suyu var. Bütün cazibesi ucuz olabilme ihtimali.
Mustafa Uykusuz’la birlikte, mal sahibi Yavuz beye görüşmeye gittik. Apartman, hâlâ aynı adı taşır. “Burayı tutmak istiyorum, ben talibim” dedim; ve klasik, kesin, kararlı mal sahibi cevabını aldım; “Aylık kirası üç yüz lira, altı aylık da peşin”. Ben ise o günlerde, (son yedek subay maaşımı alır, bir kısmıyla veya tamamıyla kiramı karşılarım, gerisi Allah kerim…) diye düşünüyordum.
“Pekiyi…” dedim, “olur; mümkün ama, bu parayı size ancak aybaşında verebilirim.. Bir de acaba aylık kirayı, iki yüz lira yapabilir misiniz? Altı aylık peşini de almasanız olmaz mı?” “Olmaz..” dedi. Çok kararlıydı. “Ben.” dedim, “size Ankara’dan on beş gün sonra geleceğim. Bana bir süre tanıyın. Ben gelmeden burayı kiraya vermeyin…” ve çıkarttım kendisine bir de kartvizitimi bıraktım. Tam ayrılacağım sırada arkamdan seslendi: “Bir dakika Bay Gürbaşkan..” dedi. Döndüm. “Siz Muammer Bey’in nesi oluyorsunuz ? Oğlu musunuz?” diye sordu. “Evet efendim, oğluyum.” dedim. “Peder bey ne âlemde?” dedi. “Çok çok oluyor, ben küçük yaştayken babamı kaybettik…” dedim. “Başın sağ olsun, bilmiyordum…” dedi. “Ben senin babanı, yirmi yıl önceden tanırım. Halıcıoğlu’nda ben yedek subayken, baban Muammer Gürbaşkan benim tabur kumandanımdı. Çok muhterem bir insandı…” diyerek duygulandı. Üzerinden yirmi yıl geçmiş bir bağlılık, bir saygı o gün hemen orada benim işime yaradı. İki yüz lira kirayı kabul etti. Altı aylık peşinden de vazgeçti. Mukaveleyi de şifahen yapmış; ilk yazıhanemizi de bu şekilde tutmuş olduk. Askerden döndüğümün ertesi günü kiramızı ödedik, mukaveleyi imzaladık, anahtarımızı aldık.”
Manavdan ödünç sandalye, bir masa, bir daktilo
“Aldık ama, dört duvar bir yer. Hiçbir şey yok. Bir daktilo makinem vardı, onu bir kenara koydum, hepsi bu.
Mustafa Uykusuz’la Kapalıçarşı’ya gittik. Son maaşımdan artakalan beş on kuruş parayla kontrplak bir masa aldık. Sandalye yok bu defa. Alt kattaki manava indi Mustafa; ödünç eski bir sandalye getirdi. Onu da koyduk. Yazı makinesini de masanın üzerine oturttuk. Oldu yazıhane!
Mustafa oturdu, bir de İstanbul Reklam tabelası yazdı. Onu da aşağıda kapıya astık, tamam. Firma kuruldu.” (Rubikon)
Süheyl Gürbaşkan kurduğu ajansın ismini neden İstanbul Reklam olarak seçtiğini ise şöyle anlatıyor:
“Başlıca etken İstanbul isminin ağırbaşlılığı… Memleketin bünyesinden bir isim olması nedeniyle, İstanbul ismini hep sevmişimdir. Kaldı ki, kişisel bir isim olmanın ötesinde, bir de akılda kalma özelliği vardı. Bizde o günlerde, İlancılık, Faal, Grafika gibi isimler taşıyordu reklam şirketleri. Yabancı terimli isimler çoğunluktaydı. Avrupa’da, Amerika’da ve Japonya’da ise genellikle reklam şirketleri, o müesseseyi kurmuş olanların isimlerini taşır. J. Walter Thompson, Mc. Caan Erickson, Young and Rubicam gibi… Japonya’daki Dentsu gibi… Bizde, henüz bu tarz kurucularının isimleriyle anılan firmalar pek yok. Bence olmaması daha iyi. Saygıdeğer olması gereken, kişilerden sonra da yaşaması beklenen kuruluşlardır. Kuruluşlar, kişilerin ötesindedir. Kısacası, şu veya bu maksat yerine, bu gibi duyguların etkisi altında İstanbul Reklam ismini tescil ettirmiş olduğumu söylemekle yetineyim” (Rubikon)
18 yılda 1800’e yakın müşteri
İstanbul Reklam çok başarılı olur. Süheyl Gürbaşkan’ın ifadesi ile 18 yılda edindikleri müşteri sayısı “Türkiye’deki bütün reklam ajansları arasında, bir tek kendilerine ait bir rekordur”. Gürbaşkan 1978 yılına ait ifadesinde şöyle anlatır: “Bundan üç yıl önce, son on beş yılda reklamlarını hazırladığımız bütün müesseselerin isimlerini içeren bir broşür, âdeta bir referans listesi yayınladık. Orada, birbirinden değişik unvanda ve konularda 1600 kadar müessese ismi yazılıydı. Aradan geçen üç yıl zarfında bugün bu rakam, her halde 1800’e ulaşmıştır.”
Reklam alanında radyo mecrasına hiç girmeyen Süheyl Gürbaşkan ve İstanbul Reklam öncelikli olarak sinema reklamları ve daha sonra televizyon reklamları üzerine yoğunlaşmıştır. Bunun sebebi olarak Gürbaşkan’ın ileri görüşlü olarak yaptığı tahminler ve işitsel iletişimden çok görsel iletişime verdiği önem yatmaktadır. Öyle ki; henüz TRT , reklam alımına geçmeden bile İstanbul Reklam’ın tüm hazırlıkları tamamlanmıştı.